Selam,
Ben çocuk.
Bir helyum gazının ötesinde mantığın bittiği bir gezegenden geliyorum.
Hubble teleskobunda uykuya dalıp, Andromeda’da bir İkizler paradoksuna uyandım. Evren genişlerken kendi zihni etrafında dönen gözleri izliyorum.
Farkların incelendiği balistik sonuçlar aynı yerde toplanırken, herkesin kendine göre masum olduğu kırk bin yetmiş beş kilometrelik bir çemberin içindeyim.
İnanmadığı şeyleri söyleyen ve söyleyenleri koşulsuz dinleyenlerin gündüzünden, aşkı reddettiği halde aşk şarkısı söyleyenlerin gecesinden geçiyorum.
Ruhun perdesinde oyalanan nefeslerden, boşluğa basan bedenlere geçiyorum.
İnsanların dillerinden, seslerinden, sözlerinden, gözlerinden, sevgilerinden, kahkahalarından, gözyaşlarından ve korkularından geçiyorum.
Korkudan doyumsuzluğa geçen rutin bir rotadan itiyorum kapıyı ve sokaklara geçiyorum. Kaldırımda uyuyan çocukların yanlarından geçiyorum. Ürkerler diye dokunamıyorum ve bazı kirli ellerden kurtaramadığım için, akan gözyaşımdan geçiyorum.
Kırık bir aynanın basit bir parçasıyım.
Farklı kokan nefeslerin iki ayrı kapısındayım.
Babamın dilini bilmiyorum, annemle olan farklarından doğdum ve her an doğmaya devam ediyorum.
Çocukluğumuzdan kalan yansımalara itiyorum kapıyı ve yetersizliğe açılan gizli bir odadan, üzerinde değeri yazılı kâğıtlara bölünmüş sırlardan geçiyorum.
Mevkiler, zevkler, kültürler, renkler farklı; roller aynı. Elinde bir mikrofon, verdiği güzel pozlara kanılan isimler farklı; ihtiyaçlar aynı.
Örtülerin altına sıkıştırılmış korkularla dolu bir grup serden geçiyorum.
Yetersizliklerine bedenleriyle kaç kişi gömdüler ve sevgisizliklerine kaç kalp söndürdüler?
Onları tanımadan alkışlayan ve sevenler, tehditlere verilen bedellerle dolu bu odaya erişebilseler…
Şiddeti çok yüksek, erişseler de gördüklerine inanmak istemeyecekler!
Sevmeyi kabul etmeyen bu ideolojilerden bulutlara yükseliyor ve yağmurun içinden güneşe geçiyorum.
Güneş’in etrafında zamansız yıllara dönerken dünya, her vaktin sesine kulak veriyorum.
Sabah: ‘Benden ne bekliyorsun? Bedenlerine güvenenlerin suretini mi?’
Öğle: ‘Hayır. Duygularını görebilen özleri. Keşke gözleri gibi kalpleri de güzel olabilseydi.
Akşam: ‘Halbuki sadece sahne alıyoruz. Bedenin her uzvu bir duygunun tohumu ve her hareketinde bir duygu gizli.’
Gece: ‘Bir insana dokunun ve size olan dokunuşlarından kalplerine ne kadar yakın olduklarına şahit olun. Bir olanı bulursanız mutlaka hayatınızda tutun.’
Seher vakti: ‘Sadece sevin.’ dedi.
Gördüklerim, göremediklerimin cevheri; sesler, sesimdi.
Kâinatın ipleri her an O’nun elinde ve bizi birbirimize çeken bir köpek ıslığı* değil mi?
Fotoğraf: Gümüşlük, Bodrum
Sevgilerimle,
Selma Büyükdağ
*Köpek Islığı: İnsan kulağı tarafından duyulamayacak derecede; köpeklerin duyabileceği kadar yüksek frekansta ses üretir.
Yazının her hakkı saklıdır.
yazınız çok vurucu ve anlamlı. bir gün sizinle kahve içip yazınızı tartışmak isterim.
BeğenBeğen